27 Şubat 2013 Çarşamba

Zülfü LİVANELİ- MUTLULUK

  ''Mutluluk'' okuduğum üçüncü Zülfü LİVANELİ kitabı. Daha önce de keyifle Serenad ve Leyla'nın Evi'ni okumuştum. Mutluluk, hep okunacaklar listemde vardı ama kitabından önce filmini izlediğim için sürekli erteliyordum ama tatlı arkadaşım Ceren tavsiye edince artık okumanın zamanı geldi dedim:)
    Tarihimi de attım:)
    Arka Kapak;
    Meryem: Van Gölü kıyısındaki bir kasabada, Allah'ın kendisini sevmesinden başka bir şey beklemeyen 17 yaşında bir kız. Şeyh amcasının tecavüzüne uğramış. Bir töre cinayetine kurban gitmek üzere. PROF. Dr. İrfan Kurudal: İstanbullu tanınmış bir aydın. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış. Sahip olduğu herşeyi geride bırakarak, teknesiyle amaçsız bir Ege yolculuğuna çıkıyor. Cemal: Gabar Dağları'nda PKK peşinde koşmuş bir komando. Askerliğini bitirip eve döndüğünde ömrünün en zor göreviyle karşı karşıya kalıyor: Ailenin yüzkarası amca kızını töre gereği öldürmesi gerekiyor. Her biri mutluluğu arayan Meryem, İrfan ve Cemal, kendilerinin, birbirlerinin ve ülkenin ruhunun derinlerine doğru çalkantılı bir yolculuğa çıkıyorlar. Peki, onları neler bekliyor?
    Mutluluk bana şunu öğretti; kitabını okuduğun filmi izleyeceksin ama filmini izlediğin kitabı okumuyacaksın! Benim için okuduğum her kitap aslında çektiğim bir film, okurken hafızamda görselleri canlanır.Mutluluğun filmini öncesinde izlediğim içinde kendi filmimi çekemedim aksine okurken hep filmden kareleri hatırladım bu da beni çok fazla mutlu etmedi!
   376 sayfada neler vardı derseniz: Meryem'in doğumu ile başlayan bir hikayeyi anlatıyor. Annesi daha onu doğururken öldüğü için köyde adı uğursuza çıkan, evde zulüm gören, üvey anne elinde büyüyen kadersiz Meryem'in hikayesi. Zor olan hayatı aile reisi, çakma şeyh, hayvan amcasının ona tecavüzü ile darmadağın olur. Amcasının bozduğu namusunu temizlemesi gerekmektedir ki bunun içinde askerden yeni gelen oğlu Cemal'e verilir bu görev!!! Cemal ise komando olarak yaptığı askerliğin etkilerini daha üzerinden    atamamışken, sevdiği kızla evlilik hayalleri kurarken düştüğü durum her şeyi mahveder. Ben bu satırları yazarken bile kimbilir kaç kızın infazına karar verilen bir ülkede yaşamak gerçekten utanç verici:( O köyde de  kızların infazı için infazı yapanların ceza almamaları için İstanbul'a götürülen kızlardan biri oldu Meryem... Kitabın içinde bir tarafta da bir profösörden bahsediyor yazar ki eşinden, işinden bulunduğu çevreden sıkılan, kendini kaybeden ama kendini bulmak adına çıktığı yolculukta yolları Cemal ve Meryem'le kesişir. Aslında Mutluluğa dair yazacak çok şey var ama birazı da kitabı okuduğunuzda size kalsın istedim. Cemal Meryem'i öldürcek mi? Profösör ile Cemal ve Meryem'in yolları nasıl kesişti? Profösör çıktığı yolculukta istediğini bulabilicek mi? İşte bu soruların hepsi Mutluluğun içinde...

26 Şubat 2013 Salı

Şubat Ayı Ganimetlerim- 2013

   Bakalım bu ay'ın ganimetleri nelermiş... :)
   1- Oruç ARUOBA- İLE
   2- Samed BEHRENGİ- KÜÇÜK KARA BALIK blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   3- Zülfü LİVANELİ- MUTLULUK.
   4- Murat MENTEŞ- DUBLÖRÜN DİLEMMASI blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   5- Orhan KEMAL- BABA EVİ blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   6- Woddy ALLEN- SIRF ANARŞİ blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   7- Nazım HİKMET- HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   8- Ayşe KULİN- BORA'NIN KİTABI blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
   9- Yaşar KEMAL- FIRAT SUYU KAN AKIYOR BAKSANA" BİR ADA HİKAYESİ 1 "
10- Sabahattin ALİ- MAHKEMELERDE blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
11- Selim ÇİPRUT- CİVA blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan; tık tık
12- William Shakespeare- HAMLET blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
13- Orhan VELİ- HOŞGÖR KÖFTECİSİ blogumda da yorumlarımı paylaştım burdan;tık tık
Peki sizin Şubat ayı ganimetleriniz neler? Cevaplarınızı merakla bekliyorum!



21 Şubat 2013 Perşembe

Sabahattin ALİ- MAHKEMELERDE

  Mahkemelerde okuduğum dördüncü Sabahattin ALİ kitabı! Daha önce aşkla Kürk Mantolu Madonnayı, hüzünle Kuyucaklı Yusuf 'u ve İçimdeki Şeytan'ı okudum. Mahkemerde özellikle seçtiğim bir Sabahattin ALİ kitabı değildi çünkü 2013 yılında planlarım dahilinde tüm kitaplarını okumak var. Twitter dan bana ulaşan Yapıkredi Kültür Yayınları  kitap hediye etmek istediklerini söyleyip bir de benim listeden seçip beğendiğim kitaplar olsun dediklerinde bir taneside mutlaka Sabahattin ALİ olmalı diye düşündüm. Burdan YKY'na tekrar çok teşekkür ederim. Hepsi keyifle okunmak için sırasının gelmesini bekliyor:)
    Tarihimi de attım:)
    Arka Kapak;
    "...Hülasa: Kuyucaklı Yusuf yüzümüzü ağartacak bir sanat eseridir. Zararlı bir tarafını göremedim. Mevzuubahis tenkitler bugün el üstünde tutulan bazı Avrupa şaheserlerinde gördüğümüz -aynı mevzulara ait- tenkitler yanında son derece masum ve küçük kalır. Yanlız bir şahsın ve bir romanın değil, memleketimizde ilerlemesi lazım bir büyük ve faydalı sanatın da davasını gören Cumhuriyet adliyesinden zaten zayıf olan Türk romanının cesaretini kıracak bir karar çıkmayacağını kuvvetle ümit ederim.
                                                                               Maarif Vekaleti Müfettişlerinden Reşat Nuri"

    Yazarlığının yanısıra siyasal kimliği de öne çıkan Sabahattin ALİ, 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Sol görüşlü olmanın bütün zorluklarını yaşadı. Filiz Ali'nin babasına ait bir sandıkta bulduğu belgeler, bu zorlukların ve çilelerin birer tutanağı niteliğindedir. Mahkemelerde Türk edebiyat tarihinde ilk defa Kuyucaklı Yusuf için Reşat Nuri tarafından yazılmış, sansür konusunda hala geçerli sayılabilecek görüşlerin ifade edildiği raporu, Sabahattin ALİ'nin soyadı konusundaki hassasiyetini, dönemin ünlü kişileri ile arasında geçen tartışmaları ve özel hayatına ışık tutacak birçok belgeyi içeriyor.
    Benim hatam şu oldu ki bu kitabı almadan önce daha kapsamlı bir araştırma yapıp yanında bir de sözlük almalıymışım çünkü çoğu Arapça yazılmış belgeleri Türkçeye çevirildiği için çok fazla anlamını bilmediğim eski türkçe kelime vardı. Evet kitabı okurken google beni yanlız bırakmadı ama bazen anlamakta zorlandığım yerler olmadı desem yalan söylemiş olurum.
    153 sayfa da Sabahattin ALİ'nin yakasını bırakmayan yasaklar, suçlamalar, davalar ve dilekçelerle nasıl uğraştığını anlatıyor. Benim de bayıla bayıla okuduğum Kuyucaklı Yusuf yüzünden başının ne kadar saçma sapan belaya girdiğini belgeler ile ispatlıyor. Ben üzülerek okudum çünkü; o yıllarda Sabahattin ALİ'yi böyle saçma sapan şeylerle üzüp, meşgul etmeyip onu sık sık mahkum etmeselerdi belki de bize keyifle okuyacağımız daha çok eser yazabilirdi. Sabahattin ALİ sever tüm kitap severlerin mutlaka okuması gereken bir kitap Mahkemelerde...

20 Şubat 2013 Çarşamba

Türkiye Kayası

2012-2013 Tiyatro sezonunun dokuzuncu oyunu da "Türkiye Kayası"
   Oyuncular;
   Melike; Hikmet KÖRMÜKÇÜ
   Nazmi; Nevzat ÇANKARA
   Sevginar; Sevtap ÇAPAN
   Güneş; Selim Can YALÇIN- Elyesa Çağlar EVKAYA
   Gümrük Memuru; Kubilay PENBEKLİOĞLU
   Aleksandır(Saşo); Hakan YAVAŞ

   Yazan; Fehime SEVEN


   Yöneten; Şükrü TÜREN


   Konusu;

   Türkiye'nin en genç yazarlarından Fehime Seven'in yaşanmış bir olaydan yola çıkarak yazdığı oyunda, Bulgaristan'dan göç etmek zorunda kalan bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Türkiye'de sıfırdan başlayacakları hayata, geçmişten taşımayı istedikleri her şeyi o arabaya yüklemişlerdir. Anıları, aşkları ve hayalleri sınırın ardında bırakıp yeni ümitlerle yola çıkan aile, hiç beklemediği bie engelle karşılaşacaktır...

   Türkiye Kayasını yazan tatlı bayan daha 19 yaşında o yüzden Fehime SEVEN ismini öncelikle bir hafızamıza kazıyalım derim! Daha bu yaşta bu kadar etkileyici bir oyun yazan Fehime SEVEN gelecekte neler yazar, ben şimdiden meraktayım...

   Bulgaristan'dan  asıl vatanları Türkiye'ye göç etmek isteyen dört kişilik bir ailenin hüzünlü yol hikayesini anlatıyor Türkiye Kayası. Binbir zorluklarla aldığı arabalarına eşyalarını, hatıralarını, hayallerini ve umutlarını alarak yola çıkıyorlar başlarına neler geleceğinden habersiz. Düşününce zaten Bulgaristan da sığıntı gibi yaşayıp gördükleri zulümden daha kötüsü ne olabilir ki! Zorlukla geçtikleri Bulgar sınırından sonra Türkiye sınırına gelene kadar güle oynaya gelen aile tam Türkiye'ye giriş yapacakları sırada acı gerçekle karşılaşıyorlar. Bürokrasi yüzünden serbest bölgede beklerken geçmişle, gelecek arasında ki yüzleşmelerini yaşayan aile kızlarının yıllarca zülum gördükleri Bulgarlar değilmiş gibi bir Bulgar erkeğine aşık olduğunu öğrenince yıkılıyorlar. Aslında herşeyi iki çocukları için yapmışken çocukların onları soktuğu durum çok trajik:( 
   Zaman zaman yavaş ritminden dolayı azıcıkta olsa sıkılmadım desem yalan söylemiş olurum. Ama izlenesi güzel bir oyun. Hele ki Bulgaristan göçmeni iseniz mutlaka izlemelisiniz!

19 Şubat 2013 Salı

Selim ÇİPRUT- CİVA

   Selim ÇİPRUT'un ilk kitabı As Maça 'yı sizinle paylaşmıştım. İkinci kitabı Civa çıkar çıkmaz olmasa da kısa bir süre sonra alıp heyecanla başladım. As Maça beni resmen büyülemişti.. bakalım Civa nasılmış?

    Tarihimi de attım!

    Arka Kapak;
    "Seri katiller civaya benzer. Yakaladığını zannedersin, parmağının ucundan kaçıp giderler..."

    Doğum günü pastası üzerindeki mumları üfleyerek öğrendiğimiz dilek tutmayı, ilerleyen yaşlarımızda aynı isme sahip iki kişinin arasında oturarak, düşen kirpiğimizin hangisinden olduğunu tahmin etmeye çalışarak ilerlettik. Biraz daha meraklılarımız kayan yıldızlarda, güneş tutulmasında ya da kırmızı renge bürünmüş bir dolunay gecesinde aradılar dileklerinin karşılığını. Ve bunu yapanlar sadece inandılar, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmeden, düşünmeden...
   
    Peki bir gün biri çıkıp karşımıza "En büyük dileğini gerçekleştirebilirim, fakat bunun için fedakarlık istiyorum senden!" derse ne yaparız?

   Ya gerçekten her dilek peşinden acılarıda getirecekse...

   Ya verdiği mutluluğun yanında hayatımız boyunca altından kalkamayacağımız bir bedel ödetecekse...

    Okuyucu her dakika diri tutan temposu, kıtalararası gidiş-gelişleri ve sürükleyici kurgusuyla "Civa" unutulmayacak bir kitap. Civa'yı okuduktan sonra bir dilek için en az iki defa düşüneceksiniz.

    327 sayfayı yine bir solukta okudum ve Selim Çiprut'a As Maça da yaptığı gibi kafamda deli sorular bıraktığı için de kızdım. Civa; Amerika ve Türkiye de geçen polisiye bir hikayeyi anlatıyor. Kitapta sürekli farklı zaman dilimlerinde geçmiş ve o an ile ilgili olaylar anlatıyor. Böylelikle de okuyucu'nun zihni sürekli ne okuduğunu anlamak için zinde kalıyor.
    Alper FBI da çalışan bir Türk dedektif olarak görev yaparken seminer vermek için gittiği üniversite de Hukuk eğitimi alan ilerde eşi olucağını bilmeden Özge ile tanışır. Alper uzun zamandan beri peşinde olduğu seri katili yakalar. Kitapta o seri katilin cinayetleri nasıl sapıkça işlediğini okuyacaksınız! Ani bir kararla Alper ve Özge Türkiye'ye dönme kararı alırlar. Özge daha dönmeden harika bir iş bulmuşken Alper yıllardır gelmediği ülkesinde Emniyet Müdürlüğüne eğitim vericektir. Selim Çiprut'un zekası işte burda devreye giriyor. Özge'nin işi Alper'in verdiği eğitim sırasında dahil olduğu dava kesişiyor ve macera başlıyor.
    Kısa sürelik Türkiye maceralarından sonra Alper ve Özge niye Amerika'ya dönmeye karar veriyor? İstanbulda ki Alperin de dahil olduğu dava ne? Arka kapakta yazan dilek olayının bu kitapla alakası ne? Hepsi bu kitabın içince...Polisiye ve gerilim tarzı kitaplar seviyorsanız Civa doğru tercih. Zırt pırt dilek dilemeyi seviyorsanız bu kitabı okumadan önce bir değil iki kez düşünün derim:)

18 Şubat 2013 Pazartesi

Taş Mektep

   
Konusu;

    Henüz genç bir öğrenci olan Mehmet ve okul arkadaşları, düşman işgali altına giren Anadolu'nun hali için derinden üzülmekte, dahası oturup bekledikçe düşmana karşı bileylenmektedirler. Eskişehir’in kentinin düştüğü ve ordunun geri çekilmekte olduğu haberi hepsini daha da endişelendirir. Vatanı savunmak için harekete geçmeye kararlıdırlar. Onlar cepheye gidip düşmanla çarpışmak isterken, Güzide öğretmen ise öğrencilerinin savaşa bifiil katılamayacak kadar küçük yaşta olduklarında ısrar eder. Tevfik yüzbaşı ve Abbas Emmi ise öğrencileri vatan aşkıyla dolu bu karardan döndüremeyeceklerinin farkındadırlar. Dahası bu topraklar üzerinde yaşayan Ermeni ve Rumlar, devletlerin kanlı politikasını bir kenara bırakarak aynı vatanı koruyacakalardır... Mehmet'in Rum kızı Mina'ya olan büyük aşkını ne bu savaş engelleyebilir ne de Tevfik yüzbaşı ile Güzide'nin yüreğine düşen sevdaya kanlı savaş engellenebilir.
Kayseri Lisesi'nin son sınıfındaki 63 öğrenci 1920-1921 yıllarındaki öğretim döneminde okullarını terk ederler. Tek amaçları Sakarya Meydan Savaşı'na katılıp orduya destek olmaktır. Bu 63 genç nefes, Kurtuluş Savaşı'nın en çetin çatışmalarının yaşandığı günlerde vatanları uğruna şehit olurlar ve Kayseri Lisesi o yıl mezun veremez. Tıpkı memleketin pek çok yerindeki lise gibi.. Dramatik bir savaş filmi olan yapımın yönetmenliğini Altan Dönmez üstlenirken, senaryo ise Hazan Toma'ya ait...

   Taş Mektep beni çok derinden etkileyen filmlerin arasında en baş köşeyi aldı bile! Üzülerek yazmak zorundayım ki bu film vizyona girmeden önce benim Taş Mektep olayından hiç haberim yoktu:( Film'e gitmeden önce internette araştırma yaptığımda ise yazılanların hepsini gözyaşları içinde okudum. Sinemada izlerken halimi az çok tahmin ediyorsunuzdur:( O 63 öğrenci ve niceleri'nin nasıl büyük bir yürekleri varmış! Şuan ben rahat rahat oturup şu satırları yazmamı sağlayan geçmişim ne zorluklarla geleceğimi sağlamışlar.
   Daha da acısı dün sinemada koskoca salon da sadece 10 kişi filmi izledik. Diğer taraftan Romantik Komedi 2 filminin biletleri kapalı gişe satılıyordu. Popüler kültürün ne demek olduğunu dün akşam çok açık bir şekilde anladım.
   Evet Taş Mektep filminde de harika bir oyunculuk ve teknoloji izlemiyceksiniz ama gerçek bir olay, tarihimizden bir parça ve o 63 öğrenciye olan vefa borcu için herkes'in izlemesi etrafındaki insanlara izlettirmesi gereken bir film!!! 

Allah hepsini nur için de yatırsın:(

Murat MENTEŞ- DUBLÖRÜN DİLEMMASI

  Murat MENTEŞ çok uzun zamandan beri okunacaklar listemin en başında olmasına rağmen, hani bazı kitaplara bir türlü fırsat gelmez ya Dublörün Dilemması da onlardan biri. Aslında Murat MENTEŞ için önümde iki seçenek vardı diğeri de Korkma Ben Varım olmasına rağmen ben tercihimi Dublörün Dilemması'ndan yana kullandım.
    Tarihimi de attım...

    Arka Kapak;
    Murat Menteş, okumacı, tartışmacı, kavgacı, yani kışkırtıcı bir yazar arkadaşım. Onunla çekişirken çiçek açarsınız. Yazarlık macerasını ben de merakla izliyorum. Peşinen söyleyeyim, fiktif, tümden hayal ürünü metinler sevmem, fakat Murat Menteş'in birbiri peşi sıra lurduğu cümlelerin gücü, benim kendimce şikayetimi kuruntuya dönüştürdü. Ben, Murat'ın yaşındayken kelimelerle kasap gibi boğuşuyordum; Murat aksine, kelimeleri kırbaçlayıp cümleler içinde düzene sokuyor ve bunu pek mahirce başarıyor. Bu yüzden Dublörün Dilemması çok canlı, renkli, inceden felsefi çığlıklarla bezeli bir kitap ve hızla yaklaşan bir yazarı işaretliyor...Böyledir, edebiyat kavgayla başlar huzurla sona erer derler;gerçi ben görmedim, hayırlısı Murat için olsun!..
                                                                                                                                Nihat GENÇ

  Çok acayip. Çok tuhaf. Müthiş!.. Böyle bir kitabın yazıldığına inanamıyorum. Okuyun, siz de inanamayaksınız!
                                                                                                                                 Hakan ALBAYRAK

   Dublörün Dilemması ilginç, heyecanlı, eğlenceli, derinlikli...bir roman. Ama galiba en önemli özelliği, bize sözcüklerin gücünü hatırlatması. Hiperaktif bir zekanın ürünü, bu baş döndürücü macerayı okumak büyük keyif! Ben sevdim eller alsın.
                                                                                                                                 Alper CANIGÜZ

    263 sayfayı iki gün gibi kısa bir sürede keyifle okusamda açıkcası ben çok çok etkilenmedim. Murat MENTEŞ'in dili bana biraz türk usulü Woddy ALLEN gibi geldi. Evet, türk yazarlara göre kesinlikle farklı bir dili var. Ama adını koyamadığım birşeyler eksik... Kitapta dört adamın birbiri ile bağlantılı ama kesinlikle gerçekle çok alakası olmayan absürd bir hikaye anlatılıyor. Kitapta ki kahramanlardan biri olan Nuh TUFAN gibi bir arkadaşım olmadığı için çok şanslı olduğumu düşünmekten de kendimi alamadım. Açıkcası kitapla ilgili yazacak çok fazla birşey de bulamıyorum. Bu kitabın üstüne Korkma Ben Varım'ı okur muyum bilemiyorum...

15 Şubat 2013 Cuma

WILLIAM SHAKESPEARE- HAMLET

   Shakespeare okumak uzun zamandan beri aklımda olsa da kabarık okunacaklar listemden dolayı anca sıra gelebildi. Yine keşke daha önce okusaydım dediğim kitaplar arasında da yerini aldı.
    Tarihimi de attım...
    Arka Kapak;
    William Shakespeare(1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle yaklaşık 400 yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini etkilemeyi sürdüren efsanevi yazar, Hamlet'de aşk, akrabalık ve iktidar ilişkileri ile intikam arzusunu birbirini izleyen cinayetlerin örgüsünde yer alır. Kaynağı eski kuzey masallarına kadar uzanan bu tragedya sadece Shakespeare'in değil, dünya tiyatro tarihinin de en tanınmış eserlerindendir. Üzerine binlerce kitap yazılan Hamlet, çağımızda en çok sahneye konulan oyunlardan biri olmuştur.
    400 yıllık bir geçmişi olan bu eseri olumlu ya da olumsuz eleştirmek haddime bile değil diye düşünüyorum. Kesinlikle okunması gereken harika bir eser. Daha önce hiç oyun okumamış biri olarak çok hoşuma gittiğini söylemeliyim, okurken kendi oyunumuda hayal gücümde oynatmak çok hoşuma gitti. İstanbul da ilk Hamlet oyununa koşa koşa gitmek de planlarım dahilinde. Bakalım ben mi hayallerimde daha iyi yönetmişim yoksa oyunun yönetmeni mi?:)
    Shakespeare'in biri kız, biri erkek  ikiz çocukları olduğunu ve erkek olanın adının Hamlet olduğunu ve ne yazık ki 11 yaşındayken vefat ettiğini de bu kitap sayesinde öğrenip, sizinle paylaşmak istedim. Siz bu yazıyı okurken ben çoktan Shakespeare'in başka bir eseri olan Romeo ve Juliet'in kitap siparişini verdim bile:)

12 Şubat 2013 Salı

Orhan KEMAL- BABA EVİ "KÜÇÜK ADAMIN ROMANI-1"

    Baba Evi okuduğum üçüncü Orhan KEMAL kitabı. Daha önce Önce Ekmek ve Kötü Yol 'u severek okuyup, sizinle de paylaşmıştım. Orhan KEMAL'in o kadar güzel bir yazım dili var ki insanın okudukça okuyası geliyor. Bakalım sırada ki hangisi olucak???
Bir klasik olarak tarihimi de attım:)

    Arka Kapak;
   Yazdıklarında kimi zaman biyografik öğelerden de yararlanan Orhan Kemal'in en sevilen kitaplarından biri olan Baba Evi, "Küçük Adamın Romanı" adlı dizinin ilk kitabı. Çocukluktan gençliğe geçişi edebiyatımızda en iyi anlatan metinlerden biri olan Baba Evi, yine yazarın çok sevilen romanı Avare Yıllar'ın öncesini oluşturuyor. Ancak bir birinden bağımsız olarak da okunabilicek bu romanlar, Orhan Kemal'in tüm yapıtlarındaki o incelikli dünya görüşünün aktarıcısı.

   Orhan KEMAL'in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırakır, okurunu onun kadar biçimlendirir. Orhan KEMAL umudu ve aydınlığı yeniden kazanmamız için yol gösterir bize. Edebiyatımızın en değerli ustalarından biri olan Orhan KEMAL'in kitaplarını yayımlamaktan onur duyuyoruz.
   96 sayfa olduğuna bakmayın içinde o kadar içli ve etkileyici bir hikaye var ki! Belki hatırlarsınız 1997 yılında Atv'de yayınlanan Baba Evi dizisini işte o da bu kitapla devamı olan Avare Yıllar ve Cemile'yi anlatmaktadır. 
   Kitapta babası ile sürekli sorunlar yaşayan Küçük Adam'ın dokunaklı hikayesi anlatılıyor. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde yaşadıklarını, babasının onun istediğini önemsemeden kendi istediği kalıba sokmaya çalışırken çatışmalarını, evde ki yaşantısını, toplum baskısını anlatmakta. İnsanın babasını sevmemesinin ne demek olduğunu bu kitap size üstüne basa basa anlatıyor. Bu mücadele'nin içinde de kızlarla yaptığı çakma çapkınlıklar da Baba Evi'nin keyifli tarafı:)
  Bence tüm yetişkinlerin ama özellikle de ebeveynlerin okuması gereken kıssadan hisse bir kitap Baba Evi...


11 Şubat 2013 Pazartesi

Nazım HİKMET- HENÜZ VAKİT VARKEN GÜLÜM

   Kitap okumayı seviyorsak her yazarın en az bir kitabını okuyup hakkında az çok bir fikir sahibi olmanın doğru olduğunu düşünenlerdenim! Bu şiir kitabı da buna en iyi örnek. Daha önce niye Nazım HİKMET okumadım diye kendime kızsam da Nazım bile şiirlerle aramı düzeltemedi...
    Tarihimi de attım...
    Bazen çok fazla ısrarcı olmamak gerekiyormuş bu şiir kitabı okurken bunu anladım.
    112 sayfa da o kadar güzel şiirler vardı ki ne yazık ki ben ne şiir okumayı beceremediğimden ne de şiir okumanın raconunu bildiğimden hiç keyif alamadım:( Her seferinde bu sefer başarabileceğim diye başlayıp, okumaktan zevk alamayınca kendime kızıyorum. Belki zamanla ben de sever, sindire sindire okumayıda öğrenirim ama şimdilik araya mesafe koymaya karar verdim.
   Nazım Hikmet'e gelince o kadar güzel yazmış ki! Bu şiir kitabı için yorum yazılıcak çok birşey yok! Şiir okumayı üstüne bir de Nazım'dan okumayı seviyorsanız mutlaka okuyun derim.

Woddy ALLEN- SIRF ANARŞİ

   Woody Allen okumayı çok sevdiğimi daha önce de şu postta yazmıştım! Vakit kaybetmeden üçüncü kitabını da keyifle okumuş olmanın mutluluğu içinde dördüncü kitabın siparişini de çoktan vermiş bulunmaktayım...
    Tarihimi de keyifle attım:)
    Arka Kapak;
    Sonunda işyerime varıpgecikmenin sebebini anlatmak üzere patronum Bay Muchnick'e yaklaşıyordum ki, kütlem giderek büyümeye başladı. Ne yazık ki o, bunu isyan olarak algıladı. Işık hızıyla karşılaştırıldığında zaten çok küçük olan maaşımdan bu gecikmenin kesilmesi hakkında çok tatsız bir tartışma geçti aramızda. Aslına bakarsınız, Andromeda galaksisindeki atomların sayısına kıyasla, çok az para kazanıyorum. Bunu Bay Muchnick'e anlatmaya çalıştığımda bana, zaman ve uzayın aynı şey olduğunu hesaba katmadığımı söyledi. Durumlar değişirse maaşıma zam yapacağına yemin etti. Zamanın uzayla aynı şey olmasının en iyi tarafı, evrenin uzak köşelerine kadar yolculuk yapıp dönerseniz ve bu yolculuk üç bin yıl sürerse, dünyadaki tüm arkadaşlarımız ölmüş olması ama sizin botoxa ihtiyacınız olmaması.

   Şeylerin parçacıklardan mı, dalgalardan mı oluştuğu tartışmasında Lola kesinlikle dalgalardan oluşmuştu bir kere. Attığı her adımda kadının dalgalardan ibaret olduğu anlaşılıyordu. Karımda da parçacıktan çok dalga var ama onun dalgaları durulmaya başladı. Belki bizim hanımda çok fazla kuark vardır. Alına bakarsınız, bizimki bir kara deliğin etki sınırına çok yakın geçmiş de, bir bölümü -ama kesinlikle tamamı değil- kara deliğin içine çekilmiş gibi duruyor bir süredir.

   "Freud, Mahler'in bilincindeki keti kaldırarak tekrar beste yapmasını mümkün kılıyor, Mahler de bunun sonucunda kendini bildi bileli boğuştuğu ölüm korkusunu yeniyor."
"Mahler ölüm korkusunu nasıl yeniyor?" diye sordum.
"Ölerek. Ben çözdüm bu işi. Tek yolu sahiden bu."

   Sırf Anarşi, Woody Allen'ın yirmi yıllık bir aradan sonra yayınladığı en yeni ve en son kitap. Hangisi önce geliyorsa.

   Trajedi beklemiyordunuz herhalde!
    Sırf Anarşi Woody dedemin son kitabı:) Kimileri çok ağır eleştirilerde bulunsalar da, dedem diye söylemiyorum ben tarzını çok beğeniyorum! 173 sayfa da yine absürd komediyi dibine kadar hissettiğim, olayları ti'ye alma yeteneğine hayran kaldığım, okurken bolca güldüğüm bir kitap yazmış Sevgili dedeciğim:)
   Kiminiz iş yoğunluğundan, hayat koşturmacasından, ilişkilerinizden, ondan, bundan sıkıldıysanız mutlaka okumalısınız. Bu yazıyı okuyup Sırf Anarşi'yi okumaya karar veren herkese şimdiden keyifli okumalar!!!

8 Şubat 2013 Cuma

Samed BEHRENGİ- KÜÇÜK KARA BALIK

  Teyze anne yarısı dediklerin de bana pek de mantıklı bir laf gibi gelmezdi taa ki Masal dünya'ya gelene kadar şuan tam 2.5 aylık oldu ve bu lafın ne demek olduğunu o kadar iyi anlıyorum ki:) Şimdi bunları niye yazdı bu kız derseniz Küçük Kara Balık'ı okurken hep Masal'ı düşündüm de ondan. Kendime alırken teyzeme de bir tane aldım zaten! Ona bu kitabı okuyacağım onun da bana bıdı bıdı sorular soracağı günü sabırsızlıkla bekliyorum:)
    Tarihimi de attım:) Masal da da aynı tarih var:)
    Arka Kapak;
    Bir varmış bir yokmuş, bir Küçük Kara Balık varmış; bu Küçük Kara Balık annesiyle birlikte bir derede yaşarmış. Küçük Kara Balık'ın en sevdiği şey, ay ışığının evlerinin üstüne vurmasıymış. Her gün, sabahtan akşama kadar, Küçük Kara Balık, annesinin peşine takılır, oraya buraya yüzermiş. "Anneciğim, burada daha fazla kalamam ben, gitmeliyim!" demiş bir gün Küçük Kara Balık. "Gitmek istediğine emin misin?" diye sormuş annesi. "Evet," demiş Küçük Kara Balık. "Bu derenin ucunun nereye çıktığını gidip görmek istiyorum," demiş. Başka yerlerde neler olup bittiğini gerçekten bilmek istiyorum...Böyle amaçsızca yüzmekten bıktım usandım."
    Küçük Kara Balık, bütün çocıklar için unutulmaz bir öykü, bir başucu kitabı.
    Gelecekte çocuklarımıza anlatmanın zor olucağı saçma sapan günler yaşarken Küçük Kara Balık kitabınında yasaklanma ya da bazı yerlerinin düzenlenmesi durumunu öğrendiğimde çok üzülmüştüm. Ne zaman ne olacağını kestiremediğim ülkemde de okunacaklar listemde olan bu Küçük Kara Balık'ı hafızama kazımak istedim. Bazen bazı kitaplar çocuklar için yazılmış, çok basit anlatımlı gözüküyor olsa da biz büyüklere o kadar güzel kıssadan hisseler veriyor ki!!! Bana Küçük Kara Balık çok güzel şeyler öğretti. 

Bence tüm yetişkinler okumalı ki çocuklarımıza anlatacağımız güzel öykülerimiz olsun...

Orhan VELİ- HOŞGÖR KÖFTECİSİ

   İlk kez okuduğum yazarların beni ne kadar çok heyecanlandırdığını zaten biliyorsunuz! Ama bu zamana kadar hiç Orhan VELİ okumadığım için de çok üzüldüm:( Sevgili dayı'cım la yaptığımız keyifli bir sohbette onun sıkı bir Orhan VELİ hayranı olduğunu öğrendikten sonra da hemen söz dinleyip Hoşgör Köftecisi'ni aldım. İyi ki büyük sözü dinleyip almışım, iyi ki geç de olsa onun yazdıklarını okuma şerefine sahip olmuşum...
    Her zaman ki gibi tarihimi de attım...
    Arka Kapak;
  Orhan Veli'nin hikayeleri, 1947-50 yılları arasında Tanin gazetesi ile Seçilmiş Hikayeler ve Yaprak dergilerinde yazarın sağlığında, William Saroyan'dan "serbest" olarak çevirdiği hikayesi ise ölümünden sonra Vatan gazetesinde (1952) yayımlanmıştı.

  Hikayeler ilk kez ayrı bir kitapta toplanmış ve kitaba yazarın edebiyat hakkındaki küçük ama ilginç bir konuşması da eklenmiştir.

  Hoşgör Köftecisi okurlarının, "keşke genç yaşta kaybetmeseydik de, o güzel şiirler gibi bu güzel hikayelerden de daha çok yazsaydı" diyeceğini düşünüyoruz.


   58 sayfada arka kapak yazısında da özetlendiği gibi yıllar önce Orhan Veli'nin farklı yerlerde yazdığı yazılar Hoşgör Köftecisi'nde toplanmış. O kadar keyifli yazılar ki bu kitap hakkında yazılıcak çok da birşey yok aslında! Keşke genç yaşta kaybetmeseydikte daha çok eseri olabilseydi! Herkes ölmeden kesinlikle bir Orhan VELİ okumalı...

6 Şubat 2013 Çarşamba

Ayşe KULİN- BORA'NIN KİTABI

   Uzun bir aradan sonra bloguma yazmak harika bir duygu! Aslında zamansızlık değil de kendime verdiğim sözden dolayı uzadı bu ara! Neden derseniz benim bir sürü uzatmalı sevgililerim var... bu sene onları bitireceğime dair söz verdim. Durum böyle olunca da okuma hızım ciddi bir düşüş gösteriyor!
   Okuması zor(!) kitaplardan sonra Ayşe Kulin bana ilaç gibi geldi. Seri kitaplara olan düşkünlüğüm bilinir. Bora'nın Kitabı da Ayşe Kulin'nin bir önce ki Gizli Anların Yolcusu kitabı'nın devamı... Ayşe Kulin hep severek ve isteyerek okuduğum yazarlardan biridir bu arada!
Arka Kapak;
   "Yorgunum! Önce gerçeğimi kendime kabul ettirirken yoruldum! Sonra gizlerken...Daha sonra yüzleşirken...Kendim olmaya hakkım olduğunu anladığımda...Kendimle barışırken...Gerçeğimi başkalarına kabul ettirmeye çalışırken...Benim gibi binlerce, on binlerce insan var olduğunu öğrenirken...Yoruldum!"

   Acımasız günlerin gölgesinde geçen çocukluğunun yaralarını sarmak ve geçmişini silmek için İstanbul'a gelen genç bir adam:Bora. Tam hayatını değiştiren aşkı bulup umudu yeşerdiğinde, geçmişi yeniden karşısına çıkacak ve kendi öyküsünü anlattığı Bora'nın Kitabı onu bir girdabın içine sürükleyecek...

   Gizli Anların Yolcusu'ndan tanıdığımız Bora'nın hazin öyküsüyle Ayşe Kulin, sadece genç bir adamın kişisel varoluş mücadelesini değil, bu coğrafyanın zorlu koşullarında bir insan, bir aşık, bir birey olabilmenin imkansızlığını da anlatıyor.

   Bora'nın Kitabı kabuğundan sıyrılmaya ant içmiş insanların büyük mücadelesinin romanı.
    249 sayfa Gizli Anların Yolcusu kitabında kafamda kalan soru işaretlerinin hepsini yanıtlamasada bir çoğuna cevap bulmanın hüznünü yaşattı bana:( İlk kitabı okuyanlar çok iyi bilir Bora'nın kim olduğunu! Bilmeyenler için ise Bora; erkek arkadaşı ile yaşadığı dolu dizgin aşkı anlatıyordu ilk kitapta. Ama bu aşka rahat vermeyen kadınları, toplum baskısını, töre'yi de üstüne basa basa belirtmişti. Ama Bora bilinmeyenli bir denklem gibiydi. Benim bile kafamda o kadar çok soru işareti vardı ki işte bunların hepsini bu kitapta bulucaksınız! Bora neden ismini değiştirdi? Çocukluk yılları nasıl geçti? Ailesini terkettikten sonra onların başına neler geldi? Balkondan düşmesi bir intahar mıydı? Son anlarında yanında kim vardı? Ben hüzünle bitirdim Bora'nın Kitabını:( Gizli Anların Yolcusu'nu okuduysanız mutlaka bu kitabı okumalısınız!!!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...